SÖZ İNCİLERİYLE YORUM…
Osmanlı şiiri mi dersiniz? Divan Edebiyatı mı dersiniz? Bu şiiri sevenler ondan ayrı bir tat alır, ayrı bir lezzet bulurlar. Okuduğunuz satırların içinde kadim inançlarımız ve değerlerimiz üzerinden bir hayat nizamı üretme gayreti görürsünüz bu şiirlerde…
Osmanlı şairleri dünyaya gelişimizin gayesini anlamayı, nereden gelip nereden gittiğimizi öğrenmeyi ve bu yolculuk boyunca kamil insan olmayı hedef almışlardır. O nedenle tasavvuf ya da Osmanlı şiiri bir medeniyetin şiiridir. Baki, Fuzuli, Nabi, Mevlana, Yunus Emre gibi şairlerde bu medeniyeti besleyen arif ve münevverlerdir.
Yüzyıllar öncesi kaleme alınıp günümüze kadar gelen bu dil ve gönül güzellikleri, söz incileri düşünce ve fikir hayatımıza maddi manevi yüce hedeflerimize maya olmaya devam ediyorlar.
Şeb-i yelda’yı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat.
Sabit
En uzun geceyi müneccim ile zamandan anlayan bilemez. Gecelerin kaç saat olduğunu derdi çekene soracaksın.
Güneydoğuda yaşananları, ocağına ateş düşenleri, yerinden yurdundan olanları, ülkenin diğer bölgelerinden rahat koltuklarına yayılmış elinde kumanda aleti ile TV seyredenler bilemez. Gecelerin kaç saat olduğunu orada yaşayanlara ve görev yapanlara soracaksınız.
Edep Ya hu: Bu söz edepli olmaya Allah adıyla davettir.
Osmanlı’da mektep ve medreselerde “edep” vazgeçilmez bir dersti. Eğitim kurumlarının duvarlarında, giriş kapılarında “Edep Ya Hu” yazardı.
Diyanete bir vatandaşın sorduğu soruya ve ona verilen cevaba ancak bu söz uygun düşer diye düşünüyoruz: “Edep Ya Hu” (Soru ve cevabı hicap duyulacak bir anlam taşıdığı için yazmaktan imtina ediyoruz.)
“Göze-i Attar ile gelmez acuze intizam”
Ziya Paşa
Aktardan alınan süsleme maddelerinin sürülmesiyle yaşlı kadının yüzü düzeltilemez. Makyaj ile boya cila ile yaşlı kadına nizam intizam gelir mi?
Sivil, özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı demokrasi, temiz toplum ortamı özlemlerini gerçekleştiren insan onuru ve hukukun üstünlüğü temeline oturan çatışmacı değil, uzlaştırıcı yepyeni bir anayasanın yapılması üniversitelerin, meslek kuruluşlarının, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin, bütün siyasi parti temsilcilerinin görüşleri, kamuoyu eğilimlerinin de gözetilmesiyle tüm toplumca uzlaşılan ve toplumdaki bütün kesimleri ve kümeleri kapsayan bir diyalog ve görüşmeyle hazırlanacak bir anayasa halkın anayasası olacaktır.
Oluşturulacak yeni anayasa toplumsal bir istişare ve mutabakatla günümüze ve geleceğe cevap verecek yasaları da içeren ülkemizin birliğine toprak bütünlüğüne zarar vermeden 12 Eylül ürünü ve darbe yasası olarak nitelenen mevcut yasa maddelerinin sağlıklı bir şekilde ayıklanarak yapılmalıdır. Aksi halde siyasi güç mücadelelerinin yansımasıyla ortaya çıkacak bir anayasa boya ve cila ile yüzü düzeltilen yaşlı kadın örneği gibi olacaktır.
Siyasette, ticarette gözü doymayanlara Ömer Hayyam şöyle seslenmiş:
Niceleri geldi, neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenlerde hep senin gibiydiler.
Hayyam’ın rubaisi net ve açık. Gerisi ders alana kalmış. Gözü doymayanlara da halkımız ilenmiş toprağı işaret etmiş… “ Gözünü toprak doyursun.”
“Bunca varlık varken gitmez gönül darlığı”
Yunus Emre
Divan Edebiyatı ustalarından Prof. İskender Pala “Bu dizeyi elli kere okusanız elli kere ferahlarsınız. Yalan dünyanın ardına düştüğünüz ölçüde kafanıza dank etmesi gereken bir dizedir ve dünyalıklar için çırpındığımız kadar günümüzdeki daralmanın artacağını söyleyip durur. Gönül darlığından kurtulmak için bu dizeden daha hikmetli bir öğüt bize göre ya Hadis ya Ayet olabilir.”
Başka söze hacet var mı?
Geçmişin söz incileriyle günümüzü yorumlamaya çalıştık. Sözü ve yazıyı kısa tutmalı.
Ahmed-i Hani’nin söylediği gibi:
İsterse inci gibi çok değerli olsun sözler
Fazla uzatıldığı zaman değersizleşirler.
İnanç kültürümüz sözün kısa olanının makbul olduğunu hatta sözün sadece kısa olanını tercih etmeyi değil, konuşmaktansa susmayı tavsiye ediyor. Zira kemal ehli kemalatı sükûn ile bulmuştu hep
…